29 Kasım 2010 Pazartesi

Cüzdanlarınızı ve kalplerinizi ortalıkta bırakmayın

"Doğadan bir vahiy bekledimse boşuna
Baktım akşam
Herkesin kabul ettiği kadar akşamdı."

Bazen bu kadar ümitsiz olmama sebep insanların kabalığı ve umursamazlığı değil.  Bu sadece üzücü. Bazen kırıyor, can acıtıyor, evet, yine de sebep bu değil.
Geçen gün paramı kaybetmiş olmam da değil. Çünkü, birkaç yıl önce bunun yaklaşık kırk katı kadar parayı kaybetmiştim. Çaldırdığımı zannettiğim cüzdanı bulan halk otobüsü muavini, şoföre vermiş. Bize ulaşması zaman almış. Tahmin edin ne kadar zaman aldığını. Hadi.
Ben o parayı kalbimden çıkarana kadar sürmüş arayışları. Ben, para için üzülmemek gerektiğini anladım. Batan gemilere üzülmem, batmayanlara da sevinmem, dedim. Sonra telefon çaldı. Bu yüzden o da değil.
İstediğim şeyleri yapamıyor oluşuma mukabil istemediğim ne varsa geleceğimde onları görmek de değil. Çünkü, gelecek diye bir şey olduğundan emin değilim. En azından kendim için. Varlığı da yokluğu da varsa içinde ne olduğu da sürpriz. Bana kırmızı gül ve -kocaman bir panda değilse- pelüş oyuncak alınmadığı sürece sürprizlerle sorunum yok.
Hepimizin bazen korkutucu derecede değişiyor olmamız da değil elbette. Bu da sürpriz. En güzelinden. Hem ben de çok hızlıyım, inkar edemem.

Onların yıllar sonra aynı olması şu anki umutsuzluğumun sebebi. Bazı insanların hiç değişmiyor olması, değişmeyecek olması bir kabusun içine sıkışıp kalmak gibi.
Annelerinin pişirdiğinden başka her yemeğe, kendi alışkanlıklarından başka her yapılana, kendi zevklerinden başka her beğenilene kusur bulan kuzenlerim, beni çok şaşırttılar. Şaşırdığıma ilk defa bu kadar üzüldüm. Değişeceklerini ummuş ve buna inanmıştım. Hâlâ, çorbayı karıştırıp "içmem ben bunu" diyen, başka yerlerde önlerinde konan yemeklerin kötülüğünü yenileri ile karşılaşana kadar gördükleri herkese anlatan, kendi yeğenlerini/çocuklarını övüp diğer bütün çocukları olabildiğinde yeren, çok para verdikleri kıyafetlerini, taşlı kolyelerini, yüzüklerini gözümüze sokan, daha fazlasını aralıksız yaparken bunun onları -sanırım- yücelttiğine inanan kuzenlerim, beni çok şaşırttılar.

Haberlerde gördüğüm balıkçı amcanın bakışlarına mı buna mı daha çok üzüldüm diye düşünüyorum. Mazot parasını ancak çıkaracak kadar balıkla eve dönüyordu. Eşi yanındaydı. Bilmiyorum çocukları var mıydı. Eşi ona bakarken o göle bakıyordu. Bir şey sordular. Yutkundu. Kadının kolları ağrıyordu kürek çekmekten. Sorduklarında derin bir nefes alıyordu. Boğazımda düğümlenen şey her ne ise onları izlerken, umutsuzluk değildi. Ama tüm hayatları yıkıcı bir şımarıklıktan ibaret kuzenlerimi dinlerken, bazı insanların hiç değişmiyor olması koyu bir umutsuzluğu getirip kucağıma bıraktı.

2 yorum:

Ebru dedi ki...

Duyarlılığın, inceliğin detayları görmekteki olağanüstü yeteneğin ne kadar çok... Bu kadar çok sana zarar vermez mi a canım?

seyyarat dedi ki...

Elden bir şey gelmiyor Ebru.