29 Haziran 2010 Salı

Duvar saatine bakmak gibi bir şey

Oysa ne güzel her şey değil mi buradan? Sen hani ağlıyorsun ya odanda sessizce. Hani yatağın kenarında oturuyorsun olmuyor. Yere iniyorsun, yok. Çocukluğundaki gibi yapıyorsun. Dolapla duvar arasına girmeye çalışıyorsun. Artık sığmıyorsun. Yer o kadar sert, o kadar güzel ki kıvranmaya başlıyorsun. Karnını tutarak.

Oysa buradan bakınca odan ne kadar dağınık. Sen masanın altında rahatsın. Sırtını duvara dayamak güzel. Uykuya bile dalıyorsun  burnunu çekerek. Ben, diyorsun; dertlerim, diyorsun. Bir de başkalarının dertlerini hatırlıyorsun. Derin bir uykudan sarsılıp kafanı masaya çarparak uyanıyorsun. Masa gerçek. Masa var. Kafanı çarpınca anlıyorsun. Biliyor musun başka nelere her gün kafanı çarpıyorsun? Kafan ki çok kıymetli. İçi seni yakıyor her gün, dışı başkalarını. Yanıyorsunuz onca da kimse uyanmıyor. Hiçbir masa kimsenin kafasına çarpmıyor. Masalar yok. Masalar gerçek değil. Bir tek senin kafana çarpan bir masa, bir tek sen dokununca elektrik veren o kapı kolları kadar yalan.
Şimdi, dünyanın bütün masaları! Önce birleşin. Sonra yalandan kavga edip dağılın. Herkes kendine çarpacak bir kafa bulsun. Beni, nolur, gerçek olduğunuza inandırın.

Buradan nasıl da inanmış görünüyorsun. Kim ne dese inanmış görünüyorsun. Koluna damlayan bir yaşın ılıklığı kadar, yorularak alıp zorla verdiğin o nefesler kadar inandığın bir şey var. Ondan başka ağzını her açan sanki kafalara hiç çarpmayan masalardan bahsediyor. Elin kafandaki şişliğe gidiyor önce. Sonra da dudağındaki kana.

Hiçbir şey gerçek değil. Bunu biliyorsun değil mi?


2 yorum:

Aylin Balboa dedi ki...

Değmeden geçmek istemedim. Bu kadar.

seyyarat dedi ki...

Eyvallah.