30 Haziran 2010 Çarşamba

Bir masum mor menekşe

Müjdenin varlığına inanıyor, ona uzaktan bakıyorum. Müjdelenenlerden olmayınca, müjde bir yaz rüzgarı gibi hafifçe esip geçiyor yanımdan. Biraz sebepleniyorum yanağıma dokunandan. 

Kitapta, şans kurabiyelerinin hepsinde güzel şeyler çıkıyordu masadakilere. Sadece onunki boş çıkmıştı. Masadakiler bu lanetlenmiş kadına acıyarak baktılar. Zavallı, hayatının geri kalanında kötü şans hep onunla olacaktı. Her biri bir bahane ile masadan kalktı. Kötü, bayat kahve ile sert, içi boş kurabiyeye bakakaldı. Sonra hesap geldi. Kurabiyesi bile boş çıkan bir insan o hesabı nasıl ödesindi sayın garson! İyi de garsonun suçu neydi, şans kurabiyesi boş çıkan kadın! Masadan kaçanlara kimse bir şey demedi mi?

Havfa da inanırım, çoğu zaman içime çekerim derinden. Sigara gibi. Öksürtüyor. Alışmak diye bir şey yok. her seferinde ilk çekişim gibi geliyor.

Sonra temiz yüzlü, beyaz gömlekli adamlar geldi. Kadın "Jesus sent you!" dedi. Ben yine de gözümde Kalp Gözü, Beşinci Boyut'taki temiz yüz-beyaz gömlek-iyi kalp-Hızır gibi yetişme kombinasyonlarını canlandırdım. Hesabı ödediler. Kadına bir kahve ısmarlamak istediler. Hevesi kursağında, elleri bağrında kalan kadın utandı çok. Sağolun, dedi. "İçmiş kadar oldum."

Ne varsa ortalıkta içine attığım bir kutu var. Az önce içinde uzun zamandır inanamadığım ne varsa buldum. Gözlerime inanamadım. Gerçi ben kulaklarıma da inanamıyorum ya. Hepsini buldum işte orada. 

Kadın, onu masada bırakanları gidip tek tek dövmek yerine gömlekleri yüzlerinden beyaz adamların tek tek kapılarına menekşe bırakmaya karar verdi. Şans bu ya, kadın hangi sakıyı alsa eline menekşeler mordan griye dönüyordu.


"Hızır bana sırrını açmadı, dersinden kovuldum."

Hiç yorum yok: