18 Eylül 2010 Cumartesi

Yeni Başlayanlar İçin Pazar

Geldikten iki gün sonra arkadaşımla gitmiştik pazara. Bana bir yandan Türkiye'de kibar olmamam gerektiğini öğütlerken bir yandan da kızgın pazarcılarla beni konuşturuyordu. Biliyordu ki bana hayır diyemiyorlar.

Dün ben yine kumaş alıp da terziye gitme hayalleri kurarken bir arkadaşım müdahale etti:
-Geçen sene o kadar para verdin de ne oldu? Zaten yanlış kumaşları alıyorsun. Aynısı var pazarda, beş kat fazla ödemeyelim.

Peki, dedim. O, benimle gelemeyince tek başıma pazara gittim. Kumaşlar ne tarafta diye sorduğum kadının dertlerini dinledim. Bir kumaş tezgahının başına yanaştım ve kumaşlara bakmaya başladım. Tezgahın başında en fazla yirmi yaşında bir çocuk vardı. Telefonda konuşuyordu. Dolaştım durdum, bitirsin diye bekledim.

-Abla, bulamadın mı?
-Bir şey soracaktım da siz telefon görüşmenizi bitirin diye bekledim.
-Öyle şey mi olur abla ya? Sen müşterisin. Kapat de kapatayım.
-Yok olmaz öyle. Siz bitirdiyseniz sorayım.
-Sen sor abla, sor.
-Bunun metresi ne kadar? Bir de bunun?
-Abla aslında yedi lira. Ama sana beşe veririm ben. Anne! (Orada bir kadına seslenir.) Gel bak, bu ablam da senin gibi kibar, güler yüzlü. Abla ne desem gülüyorsun ya. Sen hep mi böylesin?
-Galiba. Ama sizin de etkiniz var.
-Abla, sen almasan da gel her hafta pazara. Bak ben her gün başka pazara gidiyorum. Sakarya'dan Tekirdağ'a. Kimse böyle gülümsemiyor, abla. Sen gel. Benim adım Hüseyin abla. Tezgahı bulamazsan sorarsın gösterirler.
-Olur Hüseyin, senin için gelirim.

Sonra ben pek sevdiğim Boston rozetini düşürdüm. Bir ucu elimde öyle bakakaldım. Biri geldi yanıma.
-Bir şey mi düşürdünüz?
-Evet, rozet gibi bir şey.
-Ne vardı üstünde?
-Boston yazıyordu.
-Gelin bakalım geçtiğiniz yerlere.

Adam önde ben arkada yere bakarak yürüdük. Bu işte bir gariplik vardı.
-Buraya kadar biliyorum. Bundan önce nereden geldiniz bilmiyorum.
-Ama buraya kadar nasıl biliyorsunuz?
-Size bakıyordum.
-Nasıl? Bana? Neden? Niye? Burası ama uzak. Nasıl?
-Siz öyle yabancı yabancı duruyordunuz, insanlara bakıyordunuz tezgah yerine. Dikkatimi çekti. Seyrettim öyle. Geleyim mi aramaya sizinle?
-Yok, teşekkür ederim.

Tam olarak ne tezgahı olduğunu anlamadığım bir tezgahın başına gittim. Utandım, sıkıldım zahmet verip bir şeyleri açtıracağım diye. Sırf meraktan. Önce selam verdim, nasıl olduğunu sordum. Sonra da söyledim. Adam, tezgahta ne varsa açıp önüme yığdı. Bana hepsini tek tek anlattı. Durdurmaya çalıştım.
-Senin gibi kibar müşteri gelmiyor ki hiç. Zahmet mahmet olmaz. Açarım hepsini, merak etme.

Evet, boynumu büktüğüm için 25 liradan 10 liraya inen taksiciler vardı. Yine boynumu büktüğüm için kapanan tren kapılarını açıp beni bindirenler vardı. Pek güler yüzlüyüm diye kötü kekleri vermeyen pastaneciler vardı. Beni doyurmayı amaç edinen garsonlar vardı. Yine de bu durumda garip bir şey vardı. Şu olana kadar:

-Oğlum, bak. (Aynı yaşlarda olduğumuz birine dönerek.) Bu ablan çok güler yüzlü. Göster ne istiyorsa.
-Abla mı? Ablası mı?
-Hee.
-!!!

Artık yok.

2 yorum:

evli adam dedi ki...

:)

A-H dedi ki...

vay be cok imrendim simdi :)
yahu sen nerede dogdun buyudun?
biz aman sokakta gulme, yabancilarla konusma safsatalariyla buyumek zorunda kalan bir nesil oldugumuz icin, istesemde gulumseyemiyorum sokakta karsilastigim insanlara :)