Ömrümüzün öyle bir yerindeyiz ki, nereye baksak aynı. Genç değiliz. Yaşlı değiliz. Oysa birine bakıyor içleniyoruz bizden geçti diye. Sonra başımızı çevirip daha genciz diyoruz. Vaktimiz var diyoruz ya bilmeden. Belki yok. Ne biliyoruz?
Yine de böyle oturuyoruz. Burada, böyle, kıpırdamalarımızı kalpten uzaklaştırıp elimize, gözümüze indiriyoruz. Bazen dudaklarımız da kıpırdıyor. Kim bilir neler diyoruz. Birbirimizi dinlemiyoruz.
Beni tanıdığını sanıyorsun. Ben de bilmiyorum aslında. Belki benden iyi tanıyorsun. Neyi içeceğimi bilirsin. Neyi yemeyeceğimi de. Şimdi ne yapacağımı da bilirsin. Oysa gözüm döndüğünde, aklım bulandığında, kalbim kırıldığında bunu bilmezsin. Üzerinde "best friend" yazıp da ikiye bölünen kalpler gibi. En iyi arkadaşı seçip yarısını vermek lazım. Madem kırıldı bunu paylaşalım. Kırık kalplerimizi hep en iyi arkadaşlarımıza kakalayalım. Onlar kırık demezler. Kalp derler. Demeyebilirler mi? Bunu biliyoruz.
Bir gün yine kırıktı kalbim. Aldım yarısını, verdim. Kırık bu, dedi. Evet, dedim. Ondan sana getirdim. Bir şey demedi. Açtım cebimi ve kırık kalpleri gösterdim. Bana veren çok olmuştu. Bazılarını hem ben kırmıştım. Hepsini aldım. Sonra kendi kırık kalbimin iki yarısını da o cebime attım. Ne oldu o cepte? Bilmiyoruz.
Neyi bildiğimizi gel dökelim ortaya. Ben yoğurt yapmayı biliyorum. Yoğurt nasıl ekşi olur, onu biliyorum. Sen ne biliyorsun? Bilmediklerine üzülmeyi. Sahi üzülmeyi biliyor musun? Sana bir haberim var: Geçtik.
*Fotoğraf için Çiğdem çok yaşasın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder