27 Eylül 2010 Pazartesi

Devlet kurumlarından gelen kötü koku

Merdivenlerin orta yerinde kırmızı halılar var. Kenara kaç kaç bitmiyorlar. Her kapının önünde, arkasında bir sürü adam. Sürekli ceket düğmeleri ilikleniyor. Çaylar geliyor, çaylar gidiyor. 

Kadınların etek boyları aynı. Pantolon giyiyorlarsa aynı boyda capriler. Topuk yükseklikleri de farklı değil. Gözlerinin üzerindeki simli farlar, kalın çekilmiş eye linerlar bile aynı. Erkeklerin hepsi, kafalarındaki saçsız kısmı diğer taraftaki saçlarla kapatıyor. Ya gömlek ya kravat ya ceket çizgili. 

Bakan geliyor. Danışmanlarından biri inmemiş kapı önüne onu karşılamaya. Bakan, onu çağırıyor ve oracıkta azarlıyor. Herkesin içinde. Ya talimat vermesi gerekseymiş. Ne olacakmış? Başka işi mi varmış ki inmemiş aşağıya? 
Sonra o danışman daire başkanlarına, daire başkanları genel müdürlere, genel müdürler de diğerlerine aynısını yapıyor. 

Sanıyorlar ki iş yapmanın, ilgilenmenin göstergesi çay söylemek. Sürekli ortalıkta dolaşan çaycılara "Bize çay getir." deniyor. Yanında olduğumuz kişinin makamına göre çayın bardağı değişiyor. Öyle ki, bir yerden sonra fincanla ve limonla geliyor. 

Kimsede iş yapma arzusu yok. Onu zaten birkaç kişiyi gördükten sonra geçiyoruz. Kimsede iş yapması gerektiğine dair bir bilgi de yok sanırım. Baskı zaten yok. Arada bir önlerine dosyalar geliyor, gördüm. Bakmadan  imzalıyorlar. Odasında televizyonu olanlar onu açıyorlar, haber seyretmek için. Diğerleri bilgisayarlarından okuyorlar, müzik dinliyorlar. Odaların önünden geçerken açık kapılardan çeşitli yörelerin türkülerini duyuyoruz. İçeri girersek zahmet edip sesini de kısmıyorlar. 

Biriyle konuşuyoruz. İki yılı kalmış emekliliğine. İki yılı daha böyle geçirecekmiş. Kadrosu orada değilmiş aslında. Olsunmuş. Ne farkedermiş. İki yıl kalmış, bir yerde geçirsinmiş. 

Başka biriyle konuşuyoruz. Kadınların çalışması kadar saçma bir şey yok, diyor. Kadın dediğin evinde oturacakmış, çocuklarına bakacakmış. En fazla öğretmenlikmiş. Haftada üç gün çalışırmış, yazın tatil yaparmış. Evine de bakarmış kocasına da. Fazla okuması da zararlıymış kadının. Okudukça dik başlı olurmuş. Bunları benim gözümün içine baka baka söyledi adam. Bu ne rahatlıktı, değil mi ama? Baksaymışım ya halime, haksız mıymış?

Hiçbir umudum yok. 

2 yorum:

A-H dedi ki...

ben ki karincayi bile olduremeyen insan, boylelerini (kadinlar calismasin diyen embesillerden bahsediyorum) duyunca tek elimle kafalarini ezesim geliyor resmen :@

biraz vahsi bir yorum oldu ama kusura bakma artik, duygularimin yarisini bile ifade etmedim halbuki :)

seyyarat dedi ki...

Yok, hiç vahşi değil. Az bile dedin. Kafalarını duvara çarpalım bir de. Üstlerine çıkıp zıplayalım.