14 Temmuz 2010 Çarşamba

Şu, sağımda gördüğünüz...

Kırmızı bir koltukta oturuyorum şimdi. Arkadaşımın Commonwealth Avenue üzerinde, dördüncü kattaki evinde pencere kenarındayım. Önümdeki ekrandan gözlerimi pencereye çeviriyorum. Sokağa. O otobüs durağında, o tren istasyonunda beklediklerim geliyor aklıma. Tam köşeye bakıyorum, kıvırılıp dönüyor o B line trenleri ya içim gidiyor. 

Otobüsler geliyor, otobüsler gidiyor. Bunca zaman her gün bindiğim otobüsler. Benim okula geç kalmama sebep otobüsler. Beni bazen almayıp geçen otobüsler. Bazen bakıp da binmediğim otobüsler. Son zamanlarda onlarda ne olduğunu anlatmıyorum da yazmıyorum da. Kalan birkaç anımı kendime saklarsam daha uzun süre kalacaklar gibi saçma bir hisse kapılıyorum. Beni saçmalatan otobüsler.

Burası benim evim değil. Gerçi benim bir evim yok; ama konumuz bu değil. Ben neredeyse her gün geçtim bu yoldan. Anneannem vefat ettiğinde annemle telefonda konuşurken trenin kıvrıldığı yerde tam, ağlamaya başladım. Zaten ben burada hep ya sokakta ya trende, otobüste ağladım. Mutlu değilse de güzel bütün anılarım. 


Şimdi, bu penceredeki sinekliğe rağmen fotoğraf çekme çabamdan daha saçma her şey.

Hiç yorum yok: