15 Temmuz 2010 Perşembe

Olmaz demeyin

Bu akşam, bir roman yazsam diye düşündüm. Becerebileceğimden değil de elimde çok malzeme olduğundan. Yazarsam karakterleri bir yerden tanıdığınızı düşünebilirsiniz. Orası, işte burası.

A. otuz yedi yaşında. Çocuklarına ders verdiğim bir aile beni sevip, sevdikleri herkesle tanıştırdığında tanıştık. Meğer ablasını ve ablasının eşini tanıyormuşum ben. Benden bahsetmişler. Görünce, acaba o bahsettikleri kişi miyim diye düşünmüş.

Bir gün A. bana ihtiyacı olduğunu söyledi. Geleyim, dedim. Yola çıkarken emin olmak istedi: "Sen Kuran okumayı biliyorsun, değil mi? E Hristiyanlık çalışıyorsun hem. Onu da biliyorsun?" Neden sorduğunu anlamadım. Evet, dedim. "O zaman Kuran al da gel." "Peki."

Koca bir ev dolusu insan. Türk, Ermeni, Suriyeli, İtalyan, Arnavut, Amerikalı. Herkes süslü. Parıl parıl makyaj yapılmış yüzlerine kadınların. Mutfaktaki İtalyan yemekleri, tatlıları yanında kısır duruyor onu görüyorum. Kısırı kendime çok benzetiyorum. Ben üzerimdeki jean ve kazakla, okuldan çıkmış halimde bir köşeye saklanmak istiyorum. Oysa çok sosyal kelebek hallerindeyim o zamanlar. Tanışmak da istiyorum herkesle. Neyse ki aldılar beni ortalarına. Önce N. ile tanıştım. Annesi vefat etmiş yakın zamanda. N. yetmiş yaşına yaklaşmış. Sizi bilmem ama beni cebinden çıkarır, kesin. Hala süslü, hala havalı. Büyük kızı D. ev sahibi idi. Ortanca G., Amerikalı kocasını evde bırakmış gelmiş. En küçükleri Y., birkaç arkadaşını çağırdığını, çok eğlenceli olacağını söylüyor. Ne yaparak eğleneceğiz bilmiyorum.

Üst kattaki salona çıkıyoruz. Sonra A., bana "Hadi çıkar Kuran'ını." diyor. Anlamıyorum. Çıkarıyorum. Ev sahibi, "Anneannemin kırkıncı gecesi. Biraz Kuran okur musun?" diyor. "Ama" diyecek oluyorum, etrafıma bakıyorum."Aslında" diyorum, tekrar bakınca susuyorum. Kırk, diyorum. Sonra susmak en iyisi biliyorum. Olur anlamında başımı sallıyorum. Ev sahibi bütün kadınlara ikişer örtü veriyor. Biri bacaklarını kapatmak için, biri saçlarını.

Okumaya başlıyorum. Kendimi dinliyorum bir yandan. Çok garipsiyorum. Sonra birkaç kişi ağlamaya başlıyor. En çok da G. ağlıyor. Bir gözüm onlarda. Gitgide daha şiddetli ağlıyorlar. Anneanneleri için sanırım, diyorum. Ağlamalar Meksika dalgası gibi. Bir ben ağlamıyorum salonda. Herkes gözlerime bakıyor. Herkes ağzıma bakıyor. Ağzımdan çıkan her kelime ayaklanıp koşuyor, arkalarından bakıyoruz. Bakmamız bitiyor. Susuyorum.

Mari geliyor yanıma. Mari evlenecekmiş yaza. "Could you bless my marriage?" diyor. Şaşırıyorum. Olur, diyorum. İki kitaptan da okumamı istiyor. İki mi üç mü, diyorum. Üç oluyor değil mi, diyor. Bence beşe tamamlarız en az, diyorum. Olur, diyor. Yeter ki ben okuyaymışım, hepsi olurmuş.

Bir sürü soru soruyorlar bana. G., fetva istiyor mesela. Kocası istiyor diye Katolik olmuş. Onu yapıyormuş, bunu yapıyormuş ama şunu yapmıyormuş. Olur muymuş? Olur, diyorum. Aslında öyle değil; "Oluuuuurr." diyorum.

N. o akşam bana bir yüzük hediye ediyor. Ben yüzük takmam nasılsa diye "Aaa ne güzel." diyen ilk kişiye veriyorum. Bir yıl sonra şimdi öğreniyorum ki üç kızı da o yüzüğü istiyormuş. O tutup bana vermiş. Bir yandan gidiyorum diye ağlarlarken bir yandan bunu söylüyorlar. Giderken tak da şans getirsin, diyorlar. Bu kez sesim çok kısık; olur, diyorum.

Hiç yorum yok: