2 Şubat 2009 Pazartesi

aradım durdum imaj bulamadım

Pazartesiye dakikalar kalmışken oturdum haftasonunun muhasebesine başladım. Sonra haftanın. Sonra biten Ocak ayının. Sonra geçen yılın. Sonra geçen ömrümün. Hayli gerilere gittiğimi pişmanlık duyabileceğim herşeye açıklama yapabildiğimi görünce üzüldüm. Herşey için bir sebep bulabiliyordum. Hatalar yapmıştım evet ama yapılabilecek başka birşey olmadığı için şartlar beni zorladığı içindi. Kırmıştım, kırıldığım için. Gitmiştim, kalamayacağım için. Kalmıştım gidecek yerim olmadığı için.
Bu muhasebeyi her daim yapmamanın akıllıca olduğunu düşünmeye başlayarak haftasonuma geri döndüm.
Fine Arts... Sevdiği arkadaşlarıyla müze gezmek bir insanı ne kadar mutlu edebilir? Çok! Orada bizden "(ç)alınmış eserleri görmek bu mutluluğuma gölge düşürmüş olsa da müzede hayran hayran ve meraklı bakışlarla dolaşmak, her eserin önünce durup ait olduğu dönemin özelliklerini,kime ait olduğunu, neden yapıldığını, kullanılabilir bir obje ise kimin nasıl kullandığını, her yönüyle onun hikayesini düşünmek, tasarlamak, hatta kendince uydurmak...Bir müze gezip onlarca film izlemenin yüzlerce kitap okumanın keyfini yaşamak...
Her ne kadar bir arkadaşım (T) nişanlanacağı haberini coşkuyla ve nişanlısından ötürü nasıl şükredeceğini bilemeyerek verdiğinde S ve ben kendi hayatımızı sorgulayıp nelere şükrettiğimize baktığımızda ben "Aman Allahım çok sıkıcı bir hayatım var!" desem de, birşey öğrenince, müze gezince mutlu olduğumu düşünüp hayatımdaki tek hareketliliğin sıkan, büyük gelen, su geçiren botlar olduğunu farkedip tekrar tekrar manik depresif hallerime geri dönsem de evet ben buyum.
Neler dikkatimi çekmiş müzede hemen aldığım notlara bakayım. H, bak tuttuğum notlarda ne var öğreneceksin :)
1680'de çizilmiş "Head of Medusa"ya bakarken içim daralmış. Avrupa'ya ait eserlerin neredeyse tamamında hissettiğim çok farklı değildi aslında. Şu sıralar üzerine çok okuduğum çok düşündüğüm bir konu olması sebebiyle olsa gerek "Resurrection of Christ"in önünde uzun süre kaldım. Romalılar yerlerde acı içinde,inananlar ayakları yeden yükselmiş elleri havada...Bu konuda ne düşündüğümü sanırım ben de bilmiyorum. Gündemimde olduğu için toparlayamıyorum.
"Heroine Whose Husband is Wholly Devoted to Her" 19.yüzyıl Hint eseri. Eşi kadının ayaklarını yıkıyor. Bizdeki ayak yıkama meselesi ve çağrışımlarını düşündüm. Hiç benim kafamda ayak yıkamak bunun göstergesi oldu mu? Sanırım evet. Dün gece tekrar seyrettiğim Haybeden Gerçeküstü Aşk'ta Yılmaz Erdoğan evlenme teklifi esnasında soruyordu emin misin diye...Emin misin bak ilerde yaşlanınca birbirimize bakmak zorunda kalabiliriz, birbirimizi tuvalete götürmek hatta sifonu çekmek zorunda kalabiliriz diye...
Hint tanrıları arasında gülümseyen tek bir tanrıya rastladım. Onun da yüzündeki gülümseme çok sinir bozucuydu. Müstehzi bir ifade olacakmış da o da olamamış gibi. Diğerleri çok ürkütücüydü, onlarca koluyla dans eden Shiva bile.
Değişimi en net Uzak Doğu eserlerinde gördüm. 1905'te boyanmış çizilmiş Japon tabloları: Red Circle on Black, White Circle on Black. Sürrealist ve minimalist çalışmaların hiç benim tarzım olmadığını farkettim bir kez daha.
Çok ilgimizi çeken birşey oldu Y ile. Mısır'a ait eserlerde hep kadınlar bir ellerini eşlerinin beline dolamış bir eliyle de kolunu tutuyor oluyordu. Erkek ise birşey tutuyor/taşıyor ne olduğunu bilmediğimiz. Öğrendik ki bu kadının adanmışlığının bir göstergesi imiş. Kendini kocalarına adamış ve bunu erkeklerin kadınları sardığı gibi onları sararak kavrayarak gösteren eski Mısır kadınları, ayakları yıkanan Hint kadınları. Ve Türk kadınlarını düşündüm sonra :)
Birşey daha M.Ö. 2400lerden kalma Mısır kadınlarının kullandığı kolyeler, 6. yüzyıldan kalma Kore kadınlarının küpeleri ve kozmetik kutuları çok zevkliydi. Daha geçen ay aldığım kazağı şu an zevksiz bulabilen ben onları çok beğendim.
İlkolulda yazmayı çok kötü ve sıkıcı bir şekilde öğrettiler bana. İlk paragrafta tanım yapılır sonra iki paragrafta konu açılır örnek verilir ve son paragrafta verilmek istenen mesaj diğer paragraflarla ilişkilendirilerek verilir. Oysa ne zaman kalemi elime alsam (klavyeyi tuşlamaktan daha çok yaptığım birşey) yazının başı sonu bağlanacak gibi olmaz. Örnekle açıklanmış ana düşüncem olmaz. Yan düşüncelerim bile olmayabilir. Hele sonuç hiç olmaz. Başladığı hiç bir işin başıyla sonunu aynı çizgide tutturamamış ben nasıl cesaret edip sonuca varabilirim ki...

2 yorum:

Adsız dedi ki...

canimcim,
Cevremize baktigimizda, hayat, adanmisliklar ve adanamamisliklar uzerine kurulu gibi geliyor degil mi? ...
hakka hak icin adanmislik nerede nesli...
es icin adanmak,
ask icin adanmak,
cocuk icin adanmak,
ilim icin adanmak,
ya ya ya HAK ya BEN...

Hayat J. LENON'un 'Beatiful Boy' sozlerinde ne guzel yansimiz, 'hayat biz birseyler planlarken basimiza gelen sey' bunu bizim kendi kulturumuzde (burada ne mutlu 'bizim' diye bilecegimiz ama ne kotu 'ici bosaltilmaya calisilan' bir kulturumuz var) kisi kendini hak icin adadimi hayat icin ozel planlar kurma ihtiyaci duymuyor, cunku HAK onu semsiyesi altinda herturlu planla yuzyuze getirip yeniden yeniden sekillendiriyor...
ama nerede bizim gibi iki cami arasinda beynamaz kalan kisilikler carsisinda yasanyanlar nerede hak dergahinda olanlar...

Iste basi sonu gelisme paragrafi olmayan olamayan yazilar haller cenneti...

Bu arada gercekten o 'Head of Medusa' benim de cok dikkatimi cekti, aslinda modern insanin zihin karisikliginin sancilarinin 1680 lerdeki arketipilerinden biri ;)

Kalbin, akacagi bir kalble karsilassin ;)

Ben kim miyim elbette 'Bilinmeyen'
Sevgiler

Adsız dedi ki...

bence hayat sorgulanmayacak kadar geçici. o kadar soyut ki her şey.

necip fazıl anlatır "bir adam yaratmak"ta. yazarın oyununun baş kişisi yavaş yavaş delirmeye başlar. hayatı tanır, ki vazgeçilmeyecek kadar matah bir şey değildir hayat: daha önce babası, bilerek ve isteyerek son vermiştir kendi hayatına. halkı tanır:tanıdığında gitgide üzülür. geçenlerde bir entelektüel arkadaşım söylemişti bunu (insanın ara sıra entelektüel arkadaşlarını dinlemesi gerekir evet, ve entelektüel tek l ile yazılır) neyse efendim, şöyle demişti entelektüel arkadaşım: "ne yaparsam hep 'bu halk için yapıyorum' diyordum, şimdi ise, 'bu halk için miymiş' diyorum". biraz can yücel romantizmi ve rutkay aziz kıvamı ile okunursa oldukça anlamlı olur bu söz. neyse işte, halkı tanıyor necip fazıl'ın yarattığı kahraman, ve ondan da soğuyor. aşkı görüyor yanıbaşında, ama ona da sahip çıkamıyor, ondan da uzak duruyor. anlıyor ki her şey tesadüf üzerine. "bir arabanın altında kalan adamı görürüz" diyor sonra. "bir yokuştan inen arabanın altında kalıyor. bundan öncesine gidin biraz da. adamın ezilmeden önceki son iki dakikasına. birini görüp selam verdi, halini-hatrını sordu mesela. sormasa, arabadan önce geçecekti o kavşaktan. yürürken ayakkabısının bağcığını bağlamıştı mesela, biraz daha oyalansa ya da sonraya bıraksa, değişecekti kaderi."

küçükken, daha minicikken (ki, kendime göre büyüktüm o zamanlar, şimdiye oranla sadece dünya biraz daha büyüktü işte) şöyle düşünürdüm: tanrı varsa ve bizi izliyorsa, her saniye bizi gözetliyor ve ne yaptığımızı, içimizden neler geçtiğini biliyorsa, çok eğleniyordur. ben, yani trilyonlarca kulundan türkiye de doğup büyümekte olan bir kulu, yan komşunun çocuğu ile kavga ettiğinde, ve bu yüzden hayata küstüğünde, trilyonlarca kulundan biri hakkında kötü şeyler düşündüğünde ve bunu çok büyük bir şeymiş gibi düşündüğünde, galiba eğleniyordur. kocaman bir dünya, içinden sayısız insan gelmiş, bir küçük de minicik bi şeyi düşünüp üzülüyor. sanırım intihar konusunu ilk duyduğumda düşünmüştüm bunu. ben hayata küssem, her şeyi bıraksam ve gitmek istesem, gidip intihar etsem, aslında bu bir isyan değil. tanrı penceresinden bakıldığında, küçücük şeylere kafayı takıp da gitmek isteyen ama hiçbir yere gidemeyecek olan birinin küçüklüğü olarak görünüyor.

umarım tanrı bu düşünceler günahsa da beni affeder, çünkü küçüktüm :) ama ne bileyim, kısaca hayat boş işte :) o yüzden uzun uzun düşünüp ayrıntıları yorumlamak da yanlış geliyor bazen. ama bu kanıya varmak için bile uzun uzun düşünüyorum :)

gidip de yemekteyiz i izlesem ve yorumlar hakkında yorum mu yapsam nedir :))