15 Ağustos 2012 Çarşamba

Çocuk Yuvası

Çocuklardan bahsedecektim. Çalıştığım kurum değiştikçe bahsedeceğim olaylar, anlatacağım çocuklar da değişiyor elbette. Hepsinde farklı bir gündem oluyor.
Otistiklerle iken (aslında çocuk değillerdi, ama onlara karşı duyulan his kadar onların ortaya koydukları ile birlikte çocuk gibi görüyorduk sanırım) kriz anları, küçük ve sevimli hareketler, konuşabilen biri ise söylediği sözler, kullandığı bez sayısının azalması gibi şeyler konuşuluyordu en çok. Ben nedense kriz anlarında ya da fiziksel, ruhsal acılar yaşadıkları sırada yanlarında olup nasıl da elimin tırnaklandığını, gözüme yumruk yediğimi, kolumun ısırıldığını anlatabiliyordum.
Bir sonrakinde farklı derecelerde zihinsel engellilerle de benzer şeyler yaşadım. Kavgalarında arada kalıp darbe aldım mesela. Nöbetlerimde problem çıkarmakla tehdit edenlere "istediğini yapabilirsin" dedim. Hemşire çocuklardan biri tarafından yere yatırıldığında artık akıllandığım için müdahale etmek yerine bakım elemanlarından birini çağırdım. Kaçmaya çalışırken engellenen kızımız, bir güvenlik görevlisinin alnını yarıp, bir bakım elemanının dudağını patlatıp, bir diğerinin parmağını ezip, bir başka çocuğun kaşını patlatıp birinin de bacağını ezince orada darbe almayan tek kişi olduğuma şaşırdım. Fiziksel olarak. Çünkü mafya babasının tehditleri aklımın bir köşesindeydi. 
Şimdi ise en son nöbetimden bahsetmek istiyorum. Bir kısmı rehabilitasyon merkezinde olması gereken çocukların olduğu bir çocuk yuvasındayım. Çocuklardan birinin diğerlerine sopa ile saldırmasını engellediğim için bana saldırıldı. Sonrasında duyduğum küfürler neyse de aldığım darbelerden ve yıpranmış sinirlerimden dolayı bir süre ellerim titredi. Toparlandığım sırada çocuklar ufak bir yangın girişiminde bulunmuşlardı. Onu hallettikten sonra çocuklardan biri klozete atılan bir anahtarı çıkarmak için klozeti yerinden söktü. Aynı çocuk gece yarısı çaldığı lavabo açıcıları diğer çocuklara "eroin bu, alın" diyerek verdi. Diğer çocuklar da bunu yediği için onlarla uğraştık. Arada bir yerde biri makasla saldırmaya kalktı bana, unutuyordum. 

Şu an yuvada 65 çocuk var. Ailesinin ya da koruyucu ailenin yanında olanlar da geldiğinde, yani bir ay içinde, 110 çocuk olacak. Bu kadar çocuk bütün günü birlikte geçiriyor. Onar kişilik gruplara bölünecekleri yeni yuvaya geçene kadar iki katta koğuş şeklinde odalarda kalıyorlar. Aralarında zeka geriliği olanlar, öğrenme güçlüğü çekenler var, ama en çok oraya gelme sebeplerinden ötürü ruhsal problemler yaşıyorlar. Aslında kurumun psikoloğu ve haftada bir gelen psikiyatrı var, ama kurumun öğretmenleri gibi bunların da ne derece ilgili olduğu konusunda konuşmaya başlarsam beni çok rahatsız edecek şeyler söyleyebilirim. Çocuklar ilaç içmeye revire gelmezse zahmet edip çağırmayıp ilaçlarını vermeyen hemşirelerden de bahsedebilirim. Yine de anlatmak istediklerim bunlar değil. 

Yuvada kalan çocukların "kimsesiz" oldukları düşünülüyor hep. Bir anlamda öyle denebilir tabii, ama anneleri-babaları yok demek demek değil büyük kısmının. Yuvaya hemen her gün bağışçılar geliyor. Nakdî yardım yapmak isteyenleri müdüre gönderiyorum. Aynî yardım yapmak isteyenlere yardımın boyutuna göre makbuz kesiyorum, yazı yazıyorum. Bir kutu çikolata ile gelenler oluyor mesela. "Bunu çocuklara ben dağıtmak istiyorum." diyorlar. Onları anlamaya çalışıyorum, ama günde üç öğün yemek, iki öğün ara beslenme alan çocuklar her gün muhakkak çikolata yedikleri için istedikleri tepkiyi alamadıklarında şımarık bir edâ ile bozulmalarına anlam veremiyorum. Çocukların başını hayvan sever gibi okşamalarını seyrediyorum. Bazen gözleri yaşarıyor. Dönüp bana "Çocuklar dayak yiyor mu burada? Televizyonlarda gördüğümüz gibi mi?" diye soruyorlar. Bunlara sakin cevaplar vermem gerekiyor. Çocukların ara öğün olarak tavuk, patates kızartması yediklerini ve kola içtiklerini gören bir bağışçı gelip "Aaa, ben bu çocuklar hep aç geziyor sanıyordum. Böyle şeyler yiyebiliyorlar demek." diyor. Şoförünün içeriye zor taşıdığı kutular dolusu şeker, çikolata ve birkaç kilo şerbetli tatlıyı aldığımıza dair imza attıktan sonra "Şimdi, gözümün önünde yesin çocuklar. Sonra vermezsiniz belki ben gidince." diye diyen kadının kafasını sallamasına, gözlerini devirmesine bile istediğim karşılığı veremiyorum. Zaten tok olan çocukların getirilen her şeyden bir parça alıp sonra onları atmasını seyrediyoruz birlikte. İçiniz rahatladıysa çocuklar içeri geçsin, diyorum. 

Anlatmak istediğim bunlar da değildi aslında. Neyse.

3 yorum:

Kağıttan Gemiler dedi ki...

Kimsenin kimseye güveni yok artık. Ya da yardım etmenin adabı yok. Her neyse birşeyler eksik.

Sadece C. dedi ki...

ikram var dayaktan beter..
zor bir meslek ama sen baya iyi altindan cikiyorsun. seni okumak da hepimizin biraz daha iyi anlamasini sagliyor, yapamasak da anlamak dahi onemli degil mi.. aynen oldugun gibi devam lutfen.. sevgiler.

seyyarat dedi ki...

Zorunlu olarak işi bırakacağım için biraz rahatlar mıyım yoksa alışmış kudurmuştan beter mi derim, bilmiyorum.