Bir Pazartesi günü idi. Günler, şu garip günler! Uykumuzun içinde saatleri başlayan günler! Uyandığımız zaman üçte birini arkada bırakmışızdır başlayan günün, kaldı mı üçte ikisi... Yap bakalım hesabını... Hey gidi Pazartesi hey! Kaldı on altı saatin. Bir saat kavgaya say, bir saat konuşmaya, iki saat yürümeye, yarım saat düşünmeye koy, yemeğe içmeğe de bir saat, yarım saat el yıkama aptes bozmaya, yarım saat olduğun yerde kestirmeye, çeyrek saat bilet almaya, tünele, tramvaya, vapura binmeye... Say sayabildiğin kadar. Koy bu on saatin içine boşlukları doldur. Sevişmeye koyabiliyor musun on dakika?
Yazı makinelerine, kalem tutan parmaklara, neşterlere, ilaçlara, selam vermeye, kitap okumaya, iki kadeh içmeye... Vakit mi kalıyor insanoğluna? Bunu yaparsan onu edemiyorsun.
Geç git Pazartesi sen de! Sende de iş yok. Sen de Salı'ya doğru kalem tutarak, apteshaneye giderek, daktilo yazarak, otobüse binerek, sümkürerek, burnunu çekerek, vapura atlayarak, merhaba diyerek, bilet alarak, pazarlık ederek, bir şarkı bile mırıldanmadan, ıslık çalmayı bile hatırlamadan, aşktan göz açamadan, bir güzel yüz bile göremeden; yalan söyleyerek, insanoğlundan insanoğluna kötü haberler ileterek, Çarşamba'ya doğru yürüyen budala bir Salı ile kol kola geçip gideceksin.
Lalettayin bir Mart gününün lalettayin bir Pazartesisi. Gideceksen git! Pencereye üç beş damla insanın içini ürperten buz gibi su, mangallı odanın bir isim yazdığım, bir şekil çizdiğim camına buğudan başka güzel ne getirdin?
Kim bilir, belki de bu saatte Beyoğlu'nda bir evde bir kadın bir erkekle kavga ediyordur. Onun da ismi Nevin'dir.
Az sonra, Pazartesi isimli saatlerin on dakikası geçinceye kadar bir zaman içinde, kanlı canlı, ondüleli, rujlu Nevin on altı yerinden bıçaklanıverecek. Fransa'da kabine düşecek. İngiltere'de bir Lord evlenecek, bir uçak düşecek, bir diğeri Roma Hava Meydanı'ndan Paris'e kalkacak.
Dağların içinde bir tren gidiyor bak! Tam tünele girmek üzere. Bakın şu dolmuşta bir şeyler oldu. Bir adam ezilmiş mi? Bayılmış mı? Nedir? Eczaneye götürüyorlar. Hastanenin birinde bir adamın kalbine ameliyat yapıyorlar; bir başkasının karnından su alıyorlar; birine narkoz veriyorlar, birinin ayağını kesiyorlar...
Düşünürüm, düşünürüm bunu da: İki kişiyi, tenha bir sinemada, yan yana, içleri hazdan ışıklar içinde, yürekleri dudaklarında, şehvet ıslık gibi, yılan gibi, Temmuz geceleri gibi yıldızlı, sıcak, ağır kokulu, dudak dudağa, eller ellerde, bir kadınla kaybolmuş bir erkek.
Hey Pazartesi! Övünebilirsin, isminle değil; yukarıda saydıklarımla.
Ulan Pazartesi! Sen bir tarafta Pazar, bir tarafta Salısın; serseri herif! Ne diye İstanbul'da bize "Pazartesiyim" diye kafa tutarsın. Elimde olsa tutarım seni şu saniyede; bakarım sonra dünya yüzüne: Bir çocuğun yalnız kafası çıkmıştır, bir adam durmadan son nefesinde.
Bir kadın hep o sarsılma anındadır, bir parmak kalkmış daktilonun başında; bekliyor. Hep seni bekliyorlar geçsin gitsin diye, köpek! Giden bir araba durmayacağına göre ne yapar acaba? Bırak bizim tüneli, bir uçağı düşün; duramaz, ehh gidemez de. Köpek hep mi havlayacak? Hani buna havlamak da denmez. Tavuk yumurtayı yumurtlayamayacak, ben ben ben ben ben...
Nevin, işte Pazartesi gününü yerden yere vurarak köyün içinde dolaşıyordu. Günler bir sayfa içine sığdırabileceği bir takım hareketlerle, vapura binmek, Beyoğlu'na çıkmak, sinemaya gitmek, bir arkadaş görmek... Pek az düşünülmeyen değişikliklerle geçip gidiyordu.
*Sait Faik Abasıyanık, Kayıp Aranıyor
2 yorum:
bende diyorum bu pek seyyarat stili degil ama diye :)
Evet, hem uzun hem de emo değil. :)
Yorum Gönder