4 Temmuz 2010 Pazar

Sanki bir şey unuttum

Üç gündür farklı yerlerde kalıyorum. Kira vermek zorunda kalmamak için yerime gelecek biri bulunur bulunmaz ayın başlamasıyla eşyalarımı toplayıp çıktım. Bir tür alıştırma oluyor hem.
Şimdi, kendimi benim olmayan bir hayatın içine atacakmışım gibi hissediyorum. Kimin olduğu da belli değil üstelik. Belki bir süre bana kızacak olan ailemin belki de uzun süre bana soru sormayı bırakmayacak insanların. Aslında en çok borç ödeyeceğim insanların. Sonuçta neyim varsa, neyim olursa onlara vereceğim.

Dün kalan eşyalarımı toparlamak için eve gittiğimde benim yerime yerleşen o kıza çok sinirlendim. Bana "Ne işin var burada?" der gibi baktığında yakasına yapışmak istedim. Oysa sadece kibarca durumu açıklayıp müsaade istedim.

Buraya ilk kez gelirken ben kalacak bir yer bulduğum için sevinçli olsam da endişeliydim tabii. Bu şehrin farelerine dair o kadar hikaye dinleyince insan neyle karşılacağını merak ediyor. Gece beni karşılayan arkadaşlarım eve bıraktıklarında valizimin kenarında pijamalarımı çıkarmak dışında bir şey yapmadan uyumuştum. Sabah kuş sesleriyle uyanınca da çok doğru bir karar verdiğimi düşünmüştüm.

Bir Pazar günü sabah kalkan dışarı çıkınca bomboş eve uyanmıştım. Anahtarım yoktu, dışarıya çıkamıyordum. O kadar sıkılmıştım ki geri dönüş için bilet fiyatlarına bakmıştım. Ani kararların insanı olarak tam bileti alacakken biri gelip engellemişti beni.

İlk günümde geri dönmeyi düşündüğüm o mutfak masasının başına geçtim yine. Yine duvardaki resme baktım. Üzerine notlar yapıştırdığım mutfak dolaplarına bakıp güldüm. Dışında tabaklar, bardaklar gibi yönlendirmeler vardı. İçlerinde ise hangi tabakların nereye konacağına kadar detaylı notlar. Çöp kutusunun başında nelerin geri dönüştürüleceğine dair notlarım. Daha yeni değiştirdiğim ampuller. Sildiğim sandalyeler. Bunca zaman sonra aynı yerde oturup dönmek istemediğim için ağlıyordum. Hayat ne garipti, evet.

Sağdaki pencerenin jaluzilerini açıp kapı önünceki güzel ağacı seyrettim yine. Ortadaki pencereyi açıp Latin komşuların neşesinden nasiplenmeye çalıştım. Kitaplığımda kalanları hüzünle tek tek aldım. Onları kaç kez tasnif edip de yerleştirmiştim. O güzelim yatak artık benim olmadığı için son bir kez yatamadım üzerine. En sevdiğim şeydi oysa. Ellerimle hazırladığım her şeyi, belki bir hayatı şimdi başkalarının ellerine bırakıp gidiyordum. Yükümü ise bir türlü hafifletemiyordum. O eve bir daha gitmeme sebep olacak kadar bir şeyler unutup ayrıldım oradan.

2 yorum:

m kayış dedi ki...

Olur bunlar...
Bir köyde ilk göreve başladığımda ikinci gün istifamı vermeye daireye gittiğimi, sonra ikna edilip geri döndüğümü ve kendi kendime şunu dediğimi hayal meyal hatırlıyorum: Burada en çok altı ay kalırım.
Planlarımı buna göre yaptım ama orada bir buçuk yıl kaldım. kötü olan ise şu idi: O kadar sıkıntı çekmeme rağmen ayrılma vakti geldiğinde üzülmüş, acaba vazmı geçsem diye düşünmüştüm.
insanoğlu herhalde bulunduğu yere ülfet ediyor, sonra ayrılmak istemiyor.

Ebru dedi ki...

Konya ya pazartesi gidip salı okulu bırakır çarşamba tekrar karar verir aamman pazartesi giderim derdim. Yıllığımda elinde herzaman bavulla gördük onu yazar. Ha benim farkım orada olmayı hiç istemedim zaman geçti hiç istemedim. Şimdi bile Konya ya geziye gitseler ben gitmem:)
Bu arada benim mektup nereye gelecek sana ulaşacak mı?